27 Eylül 2010 Pazartesi

Le déclin de l'empire américain (1986)

Montreal Üniversitesi Tarih Bölümü'nden 4 ü bayan 4 ü erkek 8 akademisyen arkadaş beraber bir akşam yemeği yemeyi düşünmektedirler. Kariyerlerinden politikaya birçok konuyu tartışırlar ama birincil konu seks yaşamlarıdır. Tenhada bir evde buluşurlar. 4 erkek yemekleri hazırlarken önüne gelenle yatma alışkanlıklarından şikayet ederken, içeride bekleyen 4 bayan ise spor salonunda gerçekleştirdikleri kaçamaklardan bahsederler. Ve süpriz bir son onları bekliyordur. Les invasions barbares (2003) filminin bu filmin devamı niteliğinde olduğunu belirtmeden geçmemek lazım.

Part 1
Part 2
Part 3
Part 4
Part 5
Part 6
Part 7
Part 8

- Şifre Yok -

Elling (2001)

Annesiyle yaşayan orta yaşlı bir adamdır Elling. Onu kaybedince durumla başedemez ve zaten zengin Norveç hükümeti bu tür insanlar için her an 'yardıma' hazır olduğu için kahramanımız kendini bir kliniğe yatırılmış olarak bulur. Oda arkadaşı Kjell, orta yaşlı, kafayı sekse takmış ancak hayatında bir kadınla birlikte olamamış bir adamdır.

İkili en sonunda serbest kalırlar. Bir gözetmenin kontrolünde Oslo'da bir apartman dairesinde yaşamaya başlarlar. Kjell üst kattaki komşularına âşık olur. Elling'in en büyük korkusu ise tekrar kliniğe kapatılmaktır. Sonunda kendisini şiir yazmaya verir. İki asosyal kahramanın sosyal yaşama geçme çabalarıyla bireysel yalnızlığı ve dostluk ilişkisini anlatan film 2002 yılında en iyi yabancı film dalında Oscar adayı olmuştu

Je vais bien, ne t'en fais pas (2006)

Lili, İspanya tatilinden dönüşte, ikiz erkek kardeşinin babası ile tartışmalarından sonra evi terk ettiğini öğrenir. Ailesinin bu olayı hafife almasını ve babasının umursamaz tavrını onaylamaz. Lili umutsuzca kardeşinin telefonunu bekler fakat herhangi bir haber çıkmaz. Bir süre sonra Lili depresyona girer ve yemek yememeye başlar. Beklenmedik bir anda kardeşinin gönderdiği kartpostal eline ulaşır.

26 Eylül 2010 Pazar

La lengua de las mariposas (1999)

Yönetmen Alejandro Amenábar'ın en önemli filmlerinin yapımcısı olarak tanınan José Luis Cuerda'nın yazdığı, yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği ödüllü bir film. Özellikle 2000 yılı Goya Ödülleri'nden en iyi senaryo ödülüne kazanmış olması dikkat çekiyor. 1936 yılının İspanya'sında, okula yeni başlayan bir çocuğun gözünden Cumhuriyet'in getirileri ve İspanyol İç Savaşı'yla birlikte yıkılması sonucu yaşanan dramı, insanlardaki psikolojik ve politik değişimleri anlatan film, herkesi duygularıyla düşünmeye sevkediyor.

Swades (2004)

Mohan Amerika'da NASA'da çalışmaktadır. Dadısını bulup, Amerika'ya getirmek için Hindistan'a gider. Hindistan'a geldiğinde, fark ettiği kendisinin eski hayatından ne kadarda uzaklaşmış olduğudur. Tatilinde sadece dadısını değil hem memleketini hem de okul arkadaşı Gita'yı tanıma fırsatı bulur. Ve önemli bir karar vermesi gerekir.

Laskar pelangi (2008)

Laskar pelangi (Gökkuşağı savaşçıları), Andrea Hirata'nın filmle aynı ismi taşıyan romanından uyarlanmış bir Endonezya filmidir. Sumatra'nın doğu kıyısında Belitung adasında tarım ve kalay madeni ile geçinen Gantong köyü için 10 ilkokul öğrencisi ve iki idealist öğretmenin yoksullukla savaşta umut vaadeden mücadeleleri anlatılıyor. Film ayrıca Endonezya'da gelmiş geçmiş en fazla gişe hasılatını toplayan film olma özelliğine sahip. Yerel ve uluslararası bir çok ödüle layık görülmüş.

Les trois frères (1995)

Annelerinin ölümü üç kardeşi tekrar biraraya getirir. Miras'ı öğrendikleri gibi paraları çarçur etmeye başlayan kardeşler, mirası alamayacaklarını öğrenince şoka uğrarlar. Bu sorunun üstesinden gelmek için bir çıkar yol arayan kardeşler yeniden yakınlaşırlar.Fransa'dan César ödüllü bir kahkaha fırtınası.

Io non ho paura (2003)

Oscar ödüllü Gabriele Salvatores'in, Niccolo Ammaniti'nin aynı adlı romanından uyarlanmış bu yapıtı, bir çocuğun masumiyetini üzücü biçimde kaybedip yetişkinlerin dünyasına gönülsüzce girişinin öyküsünü anlatan ilgi çekici bir gerilim filmi. Aynı zamanda, uzun süre İtalya'nın başına bela olmuş tamamen trajik bir gerçeğin zarif ve dokunaklı bir yorumu… 1978 yılı. Güney İtalya'daki Acque Traverse köyünde sıcak bir yazın ortası. Boğucu sıcağın altettiği büyükler içeride, harap evlerinin serinliğinde kalmayı yeğlerken, üç beş çocuk tatlı bir eğimle uzanan altın renkli mısır tarlalarında koşuşturmaktadır. Hayat burada dayanılmayacak kadar yeknesaktır ve tabii hiçbir macera fırsatı kaçırılmaz. Bir tepedeki ıssız, yıkık dökük ev çocukların ilgisini çeker. Dokuz yaşındaki Michele bir öğleden sonra burada eski, kurumuş bir kuyu bulur. Bir macera olarak başlayan şey, oğlanın bereketli hayal gücünün kabul edebileceğinden çok daha tehlikeli bir duruma dönüşür. Dünyanın bu unutulmuş köşesinde korkunç bir suç işlenmiştir. Michele kısa hayatının en önemli kararıyla karşı karşıyadır: En yakınlarının bile karışmış olabileceği yasadışı bir hareketi nasıl engelleyebilir?… Tam olarak anlayamadığı konularla uğraşan küçük bir oğlan hakkındaki bu güzel, düşündürücü ve güçlü bir duygusallığa sahip film, özellikle hem çocuk, hem de yetişkin oyuncularının üstün performanslarıyla öne çıkıyor.

Musíme si pomáhat (2000)

İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından işgal edilen bir köyde yaşayan Çekoslovakyalo bir çiftin buruk hikayesidir. Josef ve Marie Cizek küçük dairelerinde sınırlı imkanlarla sade bir hayat yaşarken dışarda savaşın yarattığı hengame ve önyargılar sürekli bir tehdit oluşturmaya devam eder. Komşuları olan bir Musevi genci evlerinde saklamaya karar verdikleri zaman, özellikle de Josef'in eski bir meslektaşı olan ve Marie'ye ilgi duyan Alman sempatizanı Horst evlerine gidip geldikçe, karşı karşıya kaldıkları tehlike daha ciddi bir hal alır. Marie onu reddedince Horst bir Nazi memurunu evlerine yerleştirmeye ve bu şekilde intikam almaya çalışır ve çifti hayatlarını tamamıyla değiştirecek bir yalan söylemeye zorlar.

La historia oficial (1985)

Film Buenos Aires'te üst orta sınıf bir çift ve manevi evlatlarıyla ilgilidir. Anne, manevi kızının 1970'lerin Arjantin'inde Guerra Sucia (Kirli Savaş) döneminde mağdur olmuş bir desaparacido'nun (cunta darbesi sırasında askerlerce tutuklanıp sonra haber alınamayan kayıplar) kızı olabileceğini farkeder. Ve manevi kızının gerçek ailesini bulmayı aklına koyar her nekadar kocası buna karşı çıkıp, evlat edinirken kabul ettikleri şartları hatırlatsa da.

25 Eylül 2010 Cumartesi

One Week (2008)

Film, Ben Tyler'ın Toronto'dan British Columbia'ya yaptığı motosiklet gezisini anlatıyor. Hayatının anlamını aramak için çıktığı bu yolculukta kendisine önemsediği ve kendince tayin ettiği işaretler yol göstermektedir.

Sans toit ni loi (1985)

Fransız taşrasında donmuş, suratı morarmış cesedi bulunan evsiz barksız Mona Bergeron adlı kadın, ardında bir sürü gizem bırakır. Hayatına giren insanlar onun hakkında aslında çok az şey biliyorlardır. Filmde Mona'yı tanımak için sıkça geri dönüşlere ve röportajlara başvurulur.

Mona asi ve hırçın bir kadındır. İnsanlar onun bu hallerini tasvire çalışır ama pek de başarılı oldukları söylenemez. Günlük yaşamımızda hayatımıza giren insanları ne kadar tanıdığımıza değinmek ister Varda aslında. Kaldı ki taşra gibi insan ilişkilerinin daha sıkı olmasının beklendiği bir yerde insanlar her gün karşılaşıp gördükleri insanlardan uzaklaşmıştır. Bir tür yabancılaşma taşlamasıdır. Fransız toplumuna dair bir eleştiridir. Acıklı olduğu kadar bir Varda sevimliliği de taşır.

Le violon rouge (1998)

Film, 17. yy'da İtalya'da ünlü bir keman ustasının yaptığı olağanüstü bir kemanın beş farklı ülke ve bir o kadar da sahip değiştirerek üç asra yayılan serüveni anlatılmaktadır.Yaratıldığı yer olan Cremona'dan sonra 300 yıl boyunca Viyana'dan Oxford'a, oradan da Şanghay ve Montreal'e sürüklenen bu değerli ve gizemli keman, bu olağanüstü yolculuğu sırasında her el değiştirdiğinde farklı dünyalardan ama hepsi de tutkulu ve müthiş özellikleri olan sahiplerinin hayatlarını farklı şekillerde etkiler. Filmin ilgili bölümü hangi ülkede geçiyorsa oyuncular o bölümde o ülkenin diliyle konuşurlar.

İlk gösterimi 10 Eylül 1998 tarihinde Toronto Film Festivali'nde yapılan film 2000 yılında John Corigliano'ya "en iyi özgün müzik" Oscar'ını kazandırmıştı. Ayrıca "Kırmızı Keman", Kanada'nın iki önemli ulusal film ödülünden hem Genie Ödülleri'nin hem de Jutra Ödülleri'nin neredeyse tamamını almıştı.

Roman Polanski's Apartment Triology

Repulsion (1965)

Özel yaşamında hayatını manikür yaparak kazanmakta olan Carol, cinsel duygulara karşı ilgili olup hem de iğrenen genç bir kızdır. Londra'da beraber oturduğu kızkardeşiyle birlikte yaşamaktadır. Bir gün, kızkardeşi Helen evli erkek arkadaşıyla birlikte tatil yapmak için evden ayrılır ve Carol evde tek başına kalır. Olaylar bundan sonra başlamıştır, bu yanlızlıktan dolayı korkularına esir olan Carol, gerçek ile hayali ayırmaz hale gelir, psikolojisi bozulan carol akıl sağlığını yavaş yavaş yitirmeye başlamıştır.

Part 1
Part 2
Part 3
Part 4
Part 5
Part 6
Part 7
Part 8

- Şifre Yok -

Rosemary's Baby (1968)


Genç bir çift, Rosemary ve tanınmak için çırpınıp duran bir aktör olan kocası Guy, New York'taki kötü şöhretli eski bir binaya taşınırlar.

Rosemary yeni yaşantısından tedirgindir. Komşu evlerden tuhaf seslerin geldiği bir ortamda, bir gece rüyasında şeytansı bir varlık tarafından tecavüze uğradığını görür. Ardından hamile kalır. Bu arada Broadway'de güzel bir rol kapan Guy kariyerinde yükselmeye başlar.


The Tenant / Le Locataire (1976)


Mutsuz bir geçmişi olan bir daire ve tekin olmayan sakinleriyle bir apartman Roman Polanski'nin gerilim filmi Kiracı'nın mekanını oluşturuyor. Polanski'nin canlandırdığı Trelkovsky'nin sıradan memur hayatı, yeni bir binaya taşınmasıyla birden bire değişir. Binanın diğer sakinleri ve eski kiracıların trajik kaderleri paranoyalarına yenilerini ekler. Trelkovsky'nin gerçekleri ortaya çıkacak mıdır yoksa bütün bunlar yalnızca hayal ürünü müdür?

24 Eylül 2010 Cuma

The Dreamers (2003)

Öğrencilerin sesini yükseltmeye başladığı, o ünlü 68 Baharı'ndayız. Isabelle ve erkek kardeşi Theo, bohem aileleri tatilde olduğu için Paris'te yalnız kalmışlardır. Matthew isimli Amerikalı bir öğrenciyi evlerine davet ederler. Üçünün de ortak özelliği ise filmlere olan düşkünlükleridir. Zamanla, konukla aralarındaki ilişki tutkularının peşinden cinselliği tüm yönleriyle keşfedecekleri arzu dolu bir oyuna dönüşür. Dışarıda ise devrim sesini çoktan yükseltmeye başlamıştır.

La misma luna (2007)

Yönetmen Patricia Riggen'in 3 ödül alan ilk sinema filmi olan " Aynı Ayın Altında " filmi, 9 yaşında bir çocukla annesinin başından geçenlerin anlatıldığı ve Amerika'da sinemada tüm zamanların en fazla seyirci rakamına ulaşmış bir Latin filmi. Annesine kavuşabilmek için ABD - Meksika sınırını geçmeye çalışan bir gencin hikayesini konu alan bir dramdır. Arrian Alonso'nun annesi Birleşik Devletler'de hizmetçi olarak çalışmaktadır ve anneannesi ile yaşayan oğlunu bir gün yanına aldırmayı ummaktadır. ancak anneannesi beklenmedik bir anda ölünce, Adrian sınırı geçmek ve annesini aramak zorunda kalır.

Happy-Go-Lucky (2008)

Film, hayata olumlu tarafından bakan, akıllı, fazlasıyla neşeli, otuzlarındaki ilkokul öğretmeni Poppy'yi izliyor. Poppy bekârdır, harika arkadaşları, müthiş bir işi ve süper bir hayatı vardır. Filmin iç çelişkisi ise, ona trafik dersleri veren sıkıntılı ve gergin Scott'tan kaynaklanır. Scott, tabii ki sonunda birçok kişi gibi Poppy'ye âşık olur. Poppy, evsiz bir adamla karşılaşır, flamenko kurslarına gider, âşık olur ve hayat gibi bu film de acı-tatlı sürüp gider.

The Station Agent (2003)

Finbar McBride, yalnız kalmak isteyen ve bunun için terkedilmiş bir tren deposuna yerleşen sorunlu bir adamdır. Fakat depoya ondan önce gelmiş olan Olivia ve Joe ile tanıştığında, aslında ihtiyacı olanın ilginç bir arkadaşlık olduğunu anlar. Olivia, 40 yaşlarında bir oyuncudur ve evliliğinin sonuna gelmiştir. Joe ise 30'lu yaşlarında bir aşçıdır. Tek derdi insanlarla sohbet etmektir, karşısındakiler istemese bile.
Hayatları beklemedikleri bir anda kesişen bu 3 insanın aralarındaki ilginç iletişim, aradıkları yalnızlığı beraber paylaşabileceklerini gösterecektir.

23 Eylül 2010 Perşembe

Les invasions barbares (2003)

Ellili yaşlarının başındaki boşanmış Rémy, hastaneye yatırılır. Rémy'nin eski eşi Louise, başarılı bir maliyeci olan oğulları Sébastien'dan Londra'daki son derece cazip işini bırakıp eve dönmesini ister. Sébastien tereddüt eder; babasıyla ikisinin uzun yıllardır birbirlerine söyleyecek lafları kalmamıştır pek. Ancak insafa gelerek, annesine yardım edip babasının ölümcül kanserle mücadelesini desteklemek üzere Montreal'e uçar. Sébastien gelir gelmez yeri göğü birbirine katar, ilişkilerini devreye sokar ve Rémy'yi bekleyen sıkıntıları azaltmak uğruna, akla gelebilecek her şekilde sistemi zorlar. Babasının geçmişine damgasını vurmuş neşeli ekibi de, yani akrabaları, dostları, eski metresleri, onun yatağının etrafında toplar. Bu "barbar istilâları" çağında bu insanlar ne hale gelmişlerdir? O eski günlerin fütursuzca davranışları, dostluğu ve farfarası hâlâ yerli yerinde midir? Mizah, zevk düşkünlüğü ve arzular hâlâ düşlerini süslemekte midir? Barbarların istilâsı çağında, Amerikan İmparatorluğu'nun çöküşü devam etmektedir… Arcand'ın yeni filmi sürükleyici, bencillikten uzak oyunculukları, pırıl pırıl görüntüleri, keskin müstehcen nükteleri, çarpıcı zekâsı, kuşkuculuğu, masumiyeti, alaycılığı ve umuduyla dikkat çekiyor. Filmimizin, Le déclin de l'empire américain (1986) filminin devamı niteliğinde olduğunu da belirtmeden geçmemek lazım.


Şifre: www.divxlerim.com

Red Cliff / Chi bi (Part 1 + 2)

Tarihçilere göre, Çin’de Üç Krallık döneminde meydana gelen en kanlı savaş olarak bilinen Red Cliff savaşına 1 milyon asker katılmıştı. Hong Kong asıllı yönetmen John Woo, Çin tarihinin dönüm noktası olan bu savaşı en gerçekçi şekliyle beyazperdeye yansıtmak için 80 milyon dolarlık bütçeyle çalıştı. Böylece finans kaynakları bölgedeki bağımsız yapımcılardan gelen “Red Cliff”, Asya’nın bugüne kadar yapılmış en pahalı filmi oldu.

Chi bi (2008)

Part 1
Part 2
Part 3
Part 4
Part 5

- Şifre Yok -

Chi bi xia: Jue zhan tian xia (2009)

Part 1
Part 2
Part 3
Part 4
Part 5

- Şifre Yok -

Robin Williams: Live on Broadway (2002)


Robin Williams, art arda patlattığı espirileriyle izleyenleri kahkahaya boğarak gelmiş geçmiş en eğlenceli stand-up şovunu ortaya koyuyor. Politikadan spora, dinden sekse, Winston Churchill'den Marthe Stewart'a her konuda oluşturduğu anektodları nefes kesici bir performansla art arda sıralıyor. Robin Williams'ı sevin yada sevmeyin bu şovu izledikten sonra hayran olacağınıza eminim.

Duel (1971)

David Mann, bir iş görüşmesi için arabasıyla California'yı boydan boya katetmekte olan bir iş adamıdır. Yolda solladığı bir tır şöförü ona karşı düşmanca tavırlar sergiler. Aralarındaki mücadele giderek bir ölüm-kalım savaşına dönüşür. David Mann'ın bakış açısıyla anlatılan hikaye, David'in düşüncelerinin seslendirilmesiyle gerilim dozunu da arttırmaktadır.

Yönetmen Steven Spielberg'in televizyon için çektiği gerilim filmi, ilk uzun metrajlı filmidir. Filmi 25 yaşında çekmiştir ve sinema da yayınlanmamıştır.

Part 1
Part 2
Part 3
Part 4

Şifre: singidunum

22 Eylül 2010 Çarşamba

Kirikou et la sorcière (1998)

Fransa - Belçika - Lüksemburg ortak yapimi olan animasyon Afrika'nın küçük bir köyünde geçen sahane bir hikayeye sahiptir. Afrika insanının masumiyetini basit bir şekilde yansitan, sırf muzik ve dansları için bile seyretmeye değer bu filmde izlediğiniz diğer bütün animasyon filmlerden çok farkli şeyler bulacaksınız.

Dekalog (1989)

Krzysztof Kieślowski (d. 27 Haziran 1941, Varşova, Polonya - ö. 13 Mart 1996, Varşova). Polonya televizyonu için çektiği on filmle, hayatın ve insanın on satırla ifade edilemeyecek denli karmaşık olduğunu anlattı. On emir’in (dekaloglar) tümü Kieslowski 'nin gedikli senaristi Krzysztof Piesiewicz tarafından Varşova'da yaşayan insanlar üzerine yazılmıştı. Öncelikle hikayeleri siyasi dünya içine kurmayı düşündülerse de, 80'lerden sonra yaşananların onları ilgilendirmediğini fark ettiler. Bu nedenle de ister bir kapitalist ülkede, ister bir komünist ülkede olsun insan yaşamını etkileyecek en derin sorudan yola çıktılar; "Hayatın gerçek anlamı nedir?...” böylelikle Kieslowski insanları politika denen sevimsiz şeyi izlemekten kurtarmış olduğunu düşündü; dükkanların önündeki kuyrukları, vesikayla alınan gündelik zorunlu malzemeleri, sıkıcı ve insanı hayattan bezdiren kareleri filmlerine sokmadı. Çünkü hayatın ellerinden akıp gittiğini fark ettiği bir dönemdi ve herkesin hayatının dikkatle irdelenmeye değer olduğuna inanıyordu. Bu nedenle Varşova'nın en güzel yerleşim bölgesinde bir sitede yaşayan 20'ye yakın kişinin hayatını anlatmayı seçti ve temel çıkış noktası “Özde doğru olan ve yalan olan nedir?” sorusuydu. Vardığı nokta ise eğer bir tanrı yoksa onu icat etmemiz gerektiği idi. Zira o hiçbir zaman adalete inanmamıştı. Bu filmlerden aşk üzerine bir film ve öldürme üzerine bir film en çok gündeme gelip izlenenler oldu.

Dekalog, jeden - Benden başka tanrılara tapmayacaksın !
+
Dekalog, dwa - Tanrı adını ağzına boşa almayacaksın !
+
Dekalog, trzy - Şabat gününü unutmayacak ve kutsayacaksın !
+
Dekalog, cztery - Ana ve babana hürmet edeceksin !
+
Dekalog, piec - Öldürmeyeceksin !
+
Dekalog, szesc - Zina etmeyeceksin !
+
Dekalog, siedem - Çalmayacaksın !
+
Dekalog, osiem - Komşuna karşı yalan yere şahitlik etmeyeceksin !
+
Dekalog, dziewiec - Komşunun karısını arzu etmeyeceksin !
+
Dekalog, dziesiec - Komşunun mülkünü arzu etmeyeceksin !

The Three Colors Trilogy


Trois couleurs: Bleu (1993)

Julie (Juliette Binoche), ünlü bir besteci olan kocasını ve küçük kızını trafik kazasında kaybeder. Kazadan yaralı kurtulan genç kadın yaşama küser ve geçmişini unutmaya çalışır. Özgürlük, Julie'nin geçmişini ardında bırakması, sorumlulukları olmadan yeni bir yaşam şeklini benimsemesidir. Bu amaçla evini ve çevresindeki insanları terk eder. Ancak yalan ve ihtiras dolu ilişkilerin ördüğü bir ağ onu yavaş yavaş dış dünyaya çeker ve yüzleşmek istemediği hayaletlerle karşı karşıya bırakır.

Trzy kolory: Bialy (1994)


Aşk ve tutku üzerine kurulu bu film, kendisini terk eden eşini unutamayan Karol'un (Zbigniew Zamachowski) öyküsüdür. Güzel ve seksi Fransız eşi, evliliklerinde cinsellik olmadığı gerekçesiyle Karol'dan boşanınca talihsiz adamın yaşamı altüst olur. Eşiyle birlikte tüm mal varlığını, kuaför salonunu kaybeder, aşağılanır, polis tarafından aranır. Sonunda beş parasız ve kimliksiz olarak vatanı Polonya'ya geri dönmek zorunda kalır.
Ancak eşiyle yeniden bir araya gelme umudunu bir an olsun yitirmez. Sonunda bu silik adam, tehlikeli ve entrikalarla dolu bir plan yapar... Tek amacı eşinin sevgisini geri kazanmaktır.

Trois couleurs: Rouge (1994)


Genç ve güzel manken Valentine (Irène Jacob) arabasıyla emekli bir yargıcın (Jean-Louis Trintignant) köpeğine çarpar. Yargıcın evine giden Valentine, onun gizlice komşularının telefonlarını dinlediğine tanık olur. Bu rahatsız edici duruma rağmen aralarında beklenmedik bir dostluk gelişir ve yaşamları rastlantıların gizemi ile şekillenir. Aşkı kaybeden yaşlı bir adam ve aşkı arayan genç bir kadın, olası bir birlikteliği belki de 40 yıl farkla kaçırmışlardır. Ama paralel bir öyküde Valentin'in henüz varlığından haberdar olmadığı bir başka erkeğin, genç yargıç Auguste'ün (Jean-Pierre Lorit) öyküsü de devam etmektedir. Aslında birbirleri için yaratılmış bu iki genç insanın yolları asla kesişmez, ya da öyle zannederiz.

Spring, Summer, Fall, Winter... and Spring / Bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom (2003)


Tabiatın bütün güzelliklerini birarada toplayan bir gölün ortasına kurulmuş yüzen bir ev, yaşlı bir rahip ve yanında ona eşlik eden küçük rahip adayı...

Yaşlı rahip, ufak çocuğa nasıl rahip olunacağını inanılmaz bir bilgelikle ama bir o kadar da doğal bir akış içinde öğretir. Bu şekilde geçip giden mevsimler ile büyüyen çocuğun geçirdiği evrim, son derece doğal bir ahenk içinde ilerlerken sıra artık büyümüş olan çocuğun öğrendiklerini gerçek hayata nasıl yansıtacağını görmeye gelir. Ufak yaştan beri öğretilen erdemlere rağmen asıl öğretimin hayatın kendisi tarafından yapıldığının farkında olan bilge rahip için ise bekleme ve görme zamanıdır.

Sessiz olduğu kadar etkileyici ve tam bir görsel şölen olarak beyazperdeye yansıyan ve gösterildiği bütün festivallerde büyük beğeni ile karşılanan İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış... Ve İlkbahar, yönetmen Kim Ki-Duk'un sinemasına dair pek çok önemli ipuçlarını da içinde barındıran bir film.

21 Eylül 2010 Salı

Barfuss (2005)

Başına buyruk bir hayat yaşayan Nick (Til Schweiger), iş başvurusu için gittiği akıl hastanesinde temizlik işçisi olarak işe alınır. Tuvalette kendini asmak üzere olan hastalardan Leila’yı (Johanna Wokalek) tesadüfen görüp kurtarınca Leila, Nick’e bağlılık duyar. Hastaneden kaçıp onu evine kadar takip eder ve artık onu hiç bırakmayacağını söyler. Fazlaca saf olan ama deli sayılamayacak Leila’yı ikna edemeyeceğini anlayan Nick, çok zengin olan üvey babasının iş teklifini değerlendirmek ve terk ettiği eski kız arkadaşı ile evlenecek olan erkek kardeşinin düğününe gitmek üzere Leila ile birlikte yola çıkar. Görüldüğü üzere bir romantik komedinin sahip olabileceği en iyi konulardan birine sahip olan Barfuss, Alman oyuncu Til Schweiger’in yönettiği, senaryosuna, prodüktörlüğüne ve editörlüğüne katkıda bulunduğu, başrolü üstlendiği sıcak, samimi, eğlenceli bir film.

Frozen River (2008)

Kanada'nın Amerika sınırına yakın yaşayan iki kadın yaşamlarını devam ettirebilmek için yaşadışı yollardan göçmen taşıyorlardır. Sınırdaki ırmağın donmasıyla kamyona doldurdukları göçmenleri karşı kıyıya ulaştırmaktadırlar.

İki kadın da bu işi her defasında son defa olarak yapmak isteseler de olaylar planların dışında gelişir.

Courtney Hunt'ın ilk filmi olan ve bir insanlık dramının anlatıldığı Donmuş Irmak, Sundance Film Festivali 'nde büyük ödüle layık görülmüştür.

Hallam Foe (2007)

Hallam Foe (Jamie Bell) annesinin ölümünden sonra onu hiç unutamayan, bu ölümden üvey annesi Verity Foe'yu (Claire Forlani) sorumlu tutan ve babasının yaptığı ağaç evde yaşayan 17 yaşında garip bir gençtir. Ağaç evinden insanları izler ve bu konuda uzmandır. Hallam'ın garipliklerinden ve suçlamalarından rahatsızlık duyan Verity eşini ikna eder ve Hallam'ın evden uzaklaşmasını sağlarlar. Hallam şehre gidip izini kaybettirir ve burda annesine çok benzeyen Kate Breck'le (Sophia Myles)tanışır.

Factotum (2005)

Henry "Hank" Chinaski, fabrikalarda, depolarda çalışarak hayatını sürdürmeye çalışır. Tek derdi, hayatta en sevdiği şeyleri yapmaktır; yani içmek, at yarışı oynamak, kendisi gibi amaçsız kadınlarla yatıp kalkmak ve en önemlisi, kimsenin yayınlamak istemediği kısa öyküler yazmak. Tipik bir günü, öğlenleri bira, geceleri viski ve sabahları kusmadan ibarettir. Hiçbir işte tutunamaz, dökük, pespaye evlerde kalır, bir barda tanıştığı Jan'e takılır, ondan ayrılır, birkaç anlamsız iş macerasından sonra bu kez Laura ile tanışır, ama bu da sürmez. Çizgisel ve düz bir anlatımdan ziyade kısa anekdotlardan oluşan Factotum, hayatının bir şiir gibi olması için her şeyini tehlikeye atmaktan çekinmeyen bir yazarın karamsarca komik, arada sırada melankolik öyküsüdür. Belki de bu adamı en iyi anlatan, yine Bukowski'nin kendi sözleri: "Bazıları asla delirip kendini kaybetmez. Kimbilir bu insanların ne korkunç hayatları vardır!"

Au revoir les enfants (1987)

İkinci Dünya Savaşı sırasında, Fransa'da şehir dışında rahipler tarafından yürütülen bir yatılı okulda iki küçük çocuk arkadaş olur. Bunlardan biri Fransız Julien Quintin, diğeri ise Almanlardan okul görevlileri tarafından saklanan Yahudi Jean Bonnet'tir. Başlarda birbirine düşman olan bu iki çocuğun zamanla aralarında duygusal bir bağ doğar ve bir sırrı paylaşırlar. Hoşçakalın Çocuklar, bu iki çocuğun ilişkisine tanıklık eden Louis Malle'in perspektifinden yaklaşır.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Pickpocket (1959)

Yönetmen, filmin büyük bir bölümünde eksen karakterin bilinç-akışıyla baş başa bırakır bizi. Fontaine’nin hücreye girişiyle birlikte başlar bu bilinç-akışı. Dış ses olarak da işlev kazanan karakterin bu iç-sesi, başta teslimiyetin derin izlerini taşırken, Fontaine kaçış kararını verdiği andan itibaren daha kararlı bir tona geçiş yapar.

Film boyunca çok ekonomik bir sinema dili kullanan Bressson’nun, girizgahta hücreyi santim santim adeta Dostoyevskyen bir biçimde betimlemesi ayrıca dikkat çekicidir kanımca. Sanki Fontaine, Rasnolnikov’dur ve mahallin detayları inceler bu sahnede. Bu dakikadan sonra Fontaine’nin eylemlerinden başka bir şeye değmez, ekonomik olanı görür deyim yerindeyse Bresson’nun gözü.

Together / He ni zai yi qi (2002)


Xiaochun, 13 yaşında olmasına rağmen keman çalma konusunda dikkat çekici bir ustalığı vardır. Ahçılık yapan babası, oğlunun kendisini gösterip müzik konusunda eğitim alabilmesi için birlikte Pekin'e gitmeye karar verir. Fakat büyük kentlerde yaşam göründüğünden daha zordur. Çocuğun kendisini yetiştirmesi için gerekli olan bir hocayı bulmaları bile zor olacaktır. Xiaochun, son derece yetenekli olmasına rağmen kendisini gösterebilmesinin o kadar da kolay olmadığını anlar.

Fakat aynı zamanda yaşamı boyunca unutamayacağı deneyimler yaşamaya başlar. Arada sırada keman çaldığı genç ve güzel kadından sevgiyi ve bağlılığı öğrenir. Bohem bir yaşam süren keman hocası ise mütevaziliğin mucizesini öğretecektir. Tüm bu deneyimlerden öğrendikleri, yaşamına ve yeteneğine yön veren bir gerçeği kabullenmesinde yardımcı olacaktır!

Usta yönetmen Chen Kaige imzalı, kimi zaman komik, kimi zaman da hüzünlü bir yapım. Film, Pekin'de ayakta durmaya çalışan baba ile oğul arasındaki ilişkiye değindiği gibi; insanın yeteneklerini düzgün bir şekilde sergileyebilmesinin, yetenek sahibi olmaktan daha zor olduğunu da hatırlatıyor.

Session 9 (2001)

Binalardaki asbesti (zehirli bir kimyasal) temizleyen bir ekip, terk edilmiş bir akıl hastanesinin asbestten arıtılması işini alırlar. Hastane yıllar önce kapatılmış, hastalar da binanın güvenlik görevlisinin dediği doğru ise sokağa salınmışlardır. Phil’in (David Caruso) itirazına rağmen, paraya çok ihtiyacı olduğunu söyleyen diğer ortak Gordon’un (Peter Mullan) ısrarı üzerine, gerçekçi olmayacak bir sürede (bir haftada) işi tamamlama sözünü verirler. İşi bir haftada tamamlayabilirlerse bonus alacaklardır. Ekibi kurup terk edilmiş binada çalışmaya başlarlar. Ekip üyeleri arasında ilginç bir gerilim hüküm sürmektedir. Çalışanlardan Hank, küçük ortak Phil’in eski kız arkadaşı ile beraberdir. Gordon’un yeni bir çocuğu olmuştur ve kendi içine kapanmış, sürekli bir iç hesaplaşma içindedir. Dahası karanlık koridorların ötesinden bir sesin kendisiyle konuştuğunu duymaktadır. Jeff karanlıktan korkmaktadır. Henry’nin gizli planları vardır. Mike takıntılı bir şekilde odalardan birinde buldukları ses kayıtlarını, tek başına dinlemektedir. Kayıtlarda bir doktorla, bir kişilik bölünmesi hastası arasındaki konuşma seansları vardır. Seanslarda doktorun sürekli izini sürdüğü “Simon” karakteri, ancak dokuzuncu seansta ortaya çıkacaktır.

19 Eylül 2010 Pazar

Two-Lane Blacktop (1971)

Çekimleri Kaliforniya'dan Tennessee'ye kadar, filmin konusunun geçtiği, ABD'nin tüm batı ve güney eyaleterinde gerçekleştirilen "Two-Lane Blacktop", bütün yaşamlarını eski model güçlendirilmiş arabalarına adamış araba manyağı da denebilecek iki otomobil yarışçısının ABD'nin güneybatı otoyollarında geçen varoluşçu öyküsünü anlatmaktadır. "Two-Lane Blacktop", aynı yıllarda çevrilen Easy Rider (1969), Vanishing Point (Ölüm Noktası, 1971) ve Electra Glide in Blue (Mavi Işık Saçanlar, 1973) gibi varoluşçu mesajlar taşıyan benzeri yol filmleriyle kıyaslanmıştı. Hatta Esquire dergisi yılın filmi olarak olarak ilan ettiği bu filmin senaryosunu Nisan 1971 sayısında eksiksiz olarak yayımlamasına rağmen film gişede başarısızlığa uğramıştır. Ancak benzeri filmler gibi zamanla tutkulu bir hayran kitlesi oluşmuş ve bir kült film haline gelmiştir.

Dead Man's Shoes (2004)

Richard, engelli küçük kardeşi Anthony'i daima korumuştur ta ki büyüdükler köyden ayrılıp askere gidene kadar. Anthony bu süreç içerisinde uyuşturucu işi ile uğraşan Sonny ve çetesinin oyuncağı olur. 7 yıl sonra Richard döndüğünde hepsinin Richard'ın elinden çekecekleri vardır.

La leggenda del pianista sull'oceano (1998)

La Leggenda del pianista sull'oceano, adı gibi, hayatını okyanus üzerinde geçirmiş bir piyanistin efsanesini anlatan, kişisel bir yolculuktan yola çıkarak tüm insanlığa mal edilebilecek sorular soran, küçük, ama etkisi büyük, nostaljik tatlar içeren, rejisi ve oyunculuklarıyla izleyiciden tam puan almış bir film. Yönetmen koltuğunda Nuovo Cinema Paradiso ve Malèna ile seyirciyi büyülemiş, geçmişe özlemin sinemasal anlatımında zirve noktalarına ulaşmış bir isim var: Giuseppe Tornatore, İtalyan sinemasının son yirmi yılda yetiştirdiği kuşkusuz en büyük yönetmenlerden. Bu öyküyü de bizzat kendisi ele alan Tornatore, başrolü İngiliz kökenli karakter oyuncusu Tim Roth'a vermiş. Ne de iyi etmiş, Roth'u kötü adam rollerinde harcandığı Hollywood yapımlarında izlemekten bıkmıştık. Bir transatlantikte doğan ve hayatı boyunca karaya ayak basmamış, aslında hiç var olmayan bir piyaniste hayat veren Roth, bu performansıyla beyaz perdede gördüğümüz en gerçek efsanelerden birine imzasını atıyor. Trompetçi dostu Max Tooney'in anılarında yolculukla tanıştığımız 1900, yeni yüzyılın ilk ayında terk edilmiş olarak Virginia transatlantiğinde gözünü açar, kendisini bulan ve yetiştiren, isim babası Danny Boodmann'ın bir kaza sonucu ölmesiyle yetim kalır ve bir gece oturduğu piyanonun başından bir daha asla kalkmaz. Yetimhaneye gönderilmemesi için karaya çıkarılmamış bu çocuk, hayata dair tüm deneyimleri okyanusta edinecek, aşkı, tutkuyu, rekabeti ve arkadaşlığı bu gemide öğrenecektir.

Drugstore Cowboy (1989)

Drugstore Cowboy uyuşturucu konusunu temel alan ve 1970'li yıllarda uyuşturucu bağımlılarının suçun içinde geçen hayatlarını ve kendilerini kurtarma hikayelerini anlatan güçlü bir film. Filmde uyuşturucunun yıkıcı/yok edici dünyasını izlerken, insan doğasının eşitsizliklere karşı kurtulma güdüsünün ve umut arayışının etkileyici öyküsünü de yaşayacaksınız.

The Man from Snowy River (1982)

Babasının Avustralya dağlarındaki çiftliğinde 18 yaşına kadar yaşamış Jim Craig babasının da ölümüyle para kazanmak ve çiftliği yeniden adam etmek için ovaya inmek zorunda kalmıştır. Kirk Douglas'ı çift rolde ikiz kardeşleri canlandırırken görebilirsiniz.

The Iron Giant (1999)

Ufukta dev birşey var. Hogarth Hughes, yıldızlardan dünyaya düşmüş kocaman bir robotu kurtaran küçük bir çocuktur. Şimdi Hogarth'ın çok büyük bir arkadaşı ve daha da büyük bir problemi vardır: Böylesine uzun boylu ve çelik yemeyi seven (özellikle de eski arabaları) bir devi nasıl sır olarak saklayacaktır? İşler, meraklı bir hükümet ajanının, 'yabancı istilacıyı' araştırmak için şehre gelmesi ve Amerikan kara, hava ve deniz kuvvetlerinin devi yok etmekle görevlendirilmesiyle daha da zorlaşır. Sonuç: Kısmen metal, kısmen sihir, kısmen duygudan oluşan inanılmaz bir hikaye.

17 Eylül 2010 Cuma

Lawn Dogs (1997)

Hiç arkadaşı olmayan ve insanlara güvenmeyen Trentin hayatı, 10 yaşındaki Devon Stockard ve ailesinin mahalleye taşınmasıyla değişir. Sosyal ilişkileri güçlü anne ve babasına benzemeyen Devonın da hiç arkadaşı yoktur, bir zamanlar amcasının kendisine anlattığı korku masallarıyla avunur. Bir gün ormanda tek başına gezinirken, ancak korku masallarında rastlanabilecek bir harabede yaşayan Trentle karşılaşır. Trent, 10 yaşındaki bir kızın beladan başka hiçbir şey getirmeyeceğini düşünür.

Caro diario (1993)

Batılı sinemaseverler için bir kült figür olarak nitelendirilen Nanni Moretti, ödüllü filmi “Caro Diario/Sevgili Günlüğüm” ile günümüz İtalyası’nın kültürel, siyasi ve sosyal manzarasında birlikte dolaşmaya davet ediyor. Filmin baş karakteri olan Moretti, günümüz İtalyası’nın kültürel, siyasi ve sosyal manzarasında kendisiyle birlikte dolaşmaya çıkarıyor seyirciyi. Başlangıçta sessiz görünen bu gezi, metaforlar, semboller ve ince eleştirilerle gitgide sarsıcı bir boyuta ulaşıyor.

16 Eylül 2010 Perşembe

Frequently Asked Questions About Time Travel (2009)

Gareth Carrivick'in yönettiği film, kafayı zaman yolculuğu ile bozan üç arkadaşın bu konudaki teorik çalışmalarını anlatıyor. Anna Faris de gelecekten gelen sarışın rolüyle üçlünün kafalarını iyice karıştırıyor!

Abril Despedaçado (2001)


Tarih Nisan 1910, Brezilya.. Tonho isimli genç, kardeşinin ölümüne neden olanlardan intikam alması için babası tarafından sürekli baskı altında tutulmaktadır. Kendisinin önünde 2 seçenek vardır; 20 yıllık yaşamını ya kendi eliyle sonlandıracak, ya da bütün gelenekleri bir kenara itip uzaklara gidecektir. Kan davasının sonucunda öldüreceği kişinin ailesi, en kısa zamanda kendisini bulup intikamlarını alacaktır. Tonho bunun farkında olarak ve küçük kardeşinin de baskılarıyla uzun bir yolculuğa doğru adım atmak isteyecektir.
Brezilya topraklarında, suçun ve intikamların eksik olmadığı zamanlardan alıntı yapılan gerçek bir yaşamın öyküsüdür Behind The Sun.. Bu gerçekçilik sinema olarak da başarıyla kurgulanmış. Kan davasının sadece Ortadoğu toplumlarında olan bir baş belası olmadığını; dünyanın diğer gelişmemiş bölgelerinde de aynı şekilde yaşatıldığını bu film çok güzel anlatıyor..

Die Geschichte vom weinenden Kamel (2003)

Çok farklı bir hayat şekli yaşayan aile, çevreleriyle, doğayla karşılıklı bir uyum içinde, mutlu hayatlar sürdürüyorlar& Onlar, büyükanneyle büyükbabadan, anneyle babadan, çocuklar ve evin hayvanlarından oluşan bir aile...
İlkbahar süresince Gobi Çölü'nde göçebe aileler koyun ve develerin doğumuna yardım ederler. Ve bir deve çok zorlu bir şekilde doğum yapar. Aile doğuma yardımcı olur. Devenin bu zorlu doğumun sonucunda beyaz bir yavrusu olur. Deve büyük bir çaba harcaYasak Kelime doğurduğu yavruyu reddeder. Yavru devenin süt ihtiyacını reddeder. Anne devenin yavrusunu kabul etmesi için defalarca "Deve bebeğinin ağlamasını durdur" diyen Byambasuren Davaa bu durumu hatırlatır.
"Yavru deve ağlamayı bırak, üzülme..."
Anne deve İngen ile yavrusu Botok arasındaki mesafe devam eder, anne İngen yavrusunun ağlamalarına ve bağırışlarına duyarsız kalır...
Sonunda, Bu üzüntüyü nasıl bitireceklerini bulurlar.
Ailenin en büyük oğlu ve kardeşi Agna, müzisyeni getirmek için en yakın kasabaya giderler...
Tek umutları eski dönemlerden beri uygulanan müzik törenidir. Aile, anne ve yavruyu birleştirmek için müzik hocası getirtmeye karar verir. Anne deveye dakikalarca anlamlı müzik ritimleri ile sinyaller verilir. Annenin bebeğine olan duygusunun canlanması ve onu kabullenmesi için.
Hikayeye göre anne deve müzik ile ağlatılabilirse yavrusunu kabullenecektir...

Denir ki, bir deve müzisyenin şarkısını dinleyip de yavrusunu emzirmeye karar verirse eğer, gözyaşı dökermiş...