Part 1
Part 2
Part 3
Part 4
Part 5
Part 6
Part 7
Part 8
- Şifre Yok -
Yönetmen Alejandro Amenábar'ın en önemli filmlerinin yapımcısı olarak tanınan José Luis Cuerda'nın yazdığı, yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği ödüllü bir film. Özellikle 2000 yılı Goya Ödülleri'nden en iyi senaryo ödülüne kazanmış olması dikkat çekiyor. 1936 yılının İspanya'sında, okula yeni başlayan bir çocuğun gözünden Cumhuriyet'in getirileri ve İspanyol İç Savaşı'yla birlikte yıkılması sonucu yaşanan dramı, insanlardaki psikolojik ve politik değişimleri anlatan film, herkesi duygularıyla düşünmeye sevkediyor.
Mohan Amerika'da NASA'da çalışmaktadır. Dadısını bulup, Amerika'ya getirmek için Hindistan'a gider. Hindistan'a geldiğinde, fark ettiği kendisinin eski hayatından ne kadarda uzaklaşmış olduğudur. Tatilinde sadece dadısını değil hem memleketini hem de okul arkadaşı Gita'yı tanıma fırsatı bulur. Ve önemli bir karar vermesi gerekir.
Film Buenos Aires'te üst orta sınıf bir çift ve manevi evlatlarıyla ilgilidir. Anne, manevi kızının 1970'lerin Arjantin'inde Guerra Sucia (Kirli Savaş) döneminde mağdur olmuş bir desaparacido'nun (cunta darbesi sırasında askerlerce tutuklanıp sonra haber alınamayan kayıplar) kızı olabileceğini farkeder. Ve manevi kızının gerçek ailesini bulmayı aklına koyar her nekadar kocası buna karşı çıkıp, evlat edinirken kabul ettikleri şartları hatırlatsa da.
Öğrencilerin sesini yükseltmeye başladığı, o ünlü 68 Baharı'ndayız. Isabelle ve erkek kardeşi Theo, bohem aileleri tatilde olduğu için Paris'te yalnız kalmışlardır. Matthew isimli Amerikalı bir öğrenciyi evlerine davet ederler. Üçünün de ortak özelliği ise filmlere olan düşkünlükleridir. Zamanla, konukla aralarındaki ilişki tutkularının peşinden cinselliği tüm yönleriyle keşfedecekleri arzu dolu bir oyuna dönüşür. Dışarıda ise devrim sesini çoktan yükseltmeye başlamıştır.
Film, hayata olumlu tarafından bakan, akıllı, fazlasıyla neşeli, otuzlarındaki ilkokul öğretmeni Poppy'yi izliyor. Poppy bekârdır, harika arkadaşları, müthiş bir işi ve süper bir hayatı vardır. Filmin iç çelişkisi ise, ona trafik dersleri veren sıkıntılı ve gergin Scott'tan kaynaklanır. Scott, tabii ki sonunda birçok kişi gibi Poppy'ye âşık olur. Poppy, evsiz bir adamla karşılaşır, flamenko kurslarına gider, âşık olur ve hayat gibi bu film de acı-tatlı sürüp gider.
Finbar McBride, yalnız kalmak isteyen ve bunun için terkedilmiş bir tren deposuna yerleşen sorunlu bir adamdır. Fakat depoya ondan önce gelmiş olan Olivia ve Joe ile tanıştığında, aslında ihtiyacı olanın ilginç bir arkadaşlık olduğunu anlar. Olivia, 40 yaşlarında bir oyuncudur ve evliliğinin sonuna gelmiştir. Joe ise 30'lu yaşlarında bir aşçıdır. Tek derdi insanlarla sohbet etmektir, karşısındakiler istemese bile.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, Fransa'da şehir dışında rahipler tarafından yürütülen bir yatılı okulda iki küçük çocuk arkadaş olur. Bunlardan biri Fransız Julien Quintin, diğeri ise Almanlardan okul görevlileri tarafından saklanan Yahudi Jean Bonnet'tir. Başlarda birbirine düşman olan bu iki çocuğun zamanla aralarında duygusal bir bağ doğar ve bir sırrı paylaşırlar. Hoşçakalın Çocuklar, bu iki çocuğun ilişkisine tanıklık eden Louis Malle'in perspektifinden yaklaşır.
Binalardaki asbesti (zehirli bir kimyasal) temizleyen bir ekip, terk edilmiş bir akıl hastanesinin asbestten arıtılması işini alırlar. Hastane yıllar önce kapatılmış, hastalar da binanın güvenlik görevlisinin dediği doğru ise sokağa salınmışlardır. Phil’in (David Caruso) itirazına rağmen, paraya çok ihtiyacı olduğunu söyleyen diğer ortak Gordon’un (Peter Mullan) ısrarı üzerine, gerçekçi olmayacak bir sürede (bir haftada) işi tamamlama sözünü verirler. İşi bir haftada tamamlayabilirlerse bonus alacaklardır. Ekibi kurup terk edilmiş binada çalışmaya başlarlar. Ekip üyeleri arasında ilginç bir gerilim hüküm sürmektedir. Çalışanlardan Hank, küçük ortak Phil’in eski kız arkadaşı ile beraberdir. Gordon’un yeni bir çocuğu olmuştur ve kendi içine kapanmış, sürekli bir iç hesaplaşma içindedir. Dahası karanlık koridorların ötesinden bir sesin kendisiyle konuştuğunu duymaktadır. Jeff karanlıktan korkmaktadır. Henry’nin gizli planları vardır. Mike takıntılı bir şekilde odalardan birinde buldukları ses kayıtlarını, tek başına dinlemektedir. Kayıtlarda bir doktorla, bir kişilik bölünmesi hastası arasındaki konuşma seansları vardır. Seanslarda doktorun sürekli izini sürdüğü “Simon” karakteri, ancak dokuzuncu seansta ortaya çıkacaktır.
La Leggenda del pianista sull'oceano, adı gibi, hayatını okyanus üzerinde geçirmiş bir piyanistin efsanesini anlatan, kişisel bir yolculuktan yola çıkarak tüm insanlığa mal edilebilecek sorular soran, küçük, ama etkisi büyük, nostaljik tatlar içeren, rejisi ve oyunculuklarıyla izleyiciden tam puan almış bir film. Yönetmen koltuğunda Nuovo Cinema Paradiso ve Malèna ile seyirciyi büyülemiş, geçmişe özlemin sinemasal anlatımında zirve noktalarına ulaşmış bir isim var: Giuseppe Tornatore, İtalyan sinemasının son yirmi yılda yetiştirdiği kuşkusuz en büyük yönetmenlerden. Bu öyküyü de bizzat kendisi ele alan Tornatore, başrolü İngiliz kökenli karakter oyuncusu Tim Roth'a vermiş. Ne de iyi etmiş, Roth'u kötü adam rollerinde harcandığı Hollywood yapımlarında izlemekten bıkmıştık. Bir transatlantikte doğan ve hayatı boyunca karaya ayak basmamış, aslında hiç var olmayan bir piyaniste hayat veren Roth, bu performansıyla beyaz perdede gördüğümüz en gerçek efsanelerden birine imzasını atıyor. Trompetçi dostu Max Tooney'in anılarında yolculukla tanıştığımız 1900, yeni yüzyılın ilk ayında terk edilmiş olarak Virginia transatlantiğinde gözünü açar, kendisini bulan ve yetiştiren, isim babası Danny Boodmann'ın bir kaza sonucu ölmesiyle yetim kalır ve bir gece oturduğu piyanonun başından bir daha asla kalkmaz. Yetimhaneye gönderilmemesi için karaya çıkarılmamış bu çocuk, hayata dair tüm deneyimleri okyanusta edinecek, aşkı, tutkuyu, rekabeti ve arkadaşlığı bu gemide öğrenecektir.
Ufukta dev birşey var. Hogarth Hughes, yıldızlardan dünyaya düşmüş kocaman bir robotu kurtaran küçük bir çocuktur. Şimdi Hogarth'ın çok büyük bir arkadaşı ve daha da büyük bir problemi vardır: Böylesine uzun boylu ve çelik yemeyi seven (özellikle de eski arabaları) bir devi nasıl sır olarak saklayacaktır? İşler, meraklı bir hükümet ajanının, 'yabancı istilacıyı' araştırmak için şehre gelmesi ve Amerikan kara, hava ve deniz kuvvetlerinin devi yok etmekle görevlendirilmesiyle daha da zorlaşır. Sonuç: Kısmen metal, kısmen sihir, kısmen duygudan oluşan inanılmaz bir hikaye.
Çok farklı bir hayat şekli yaşayan aile, çevreleriyle, doğayla karşılıklı bir uyum içinde, mutlu hayatlar sürdürüyorlar& Onlar, büyükanneyle büyükbabadan, anneyle babadan, çocuklar ve evin hayvanlarından oluşan bir aile...